Köşe YazılarıTokat'dan Güncel Haberler

SON DİKTATÖR…

Henüz okumadım ama, kitabın özet içeriğini biliyorum. Yayınevinden istedim, sanırım akşam sabah ulaşır.

Yazarı Aytekin Yılmaz. 1992 yılında PKK’nın bir örgüt üyesi olarak tutuklanmış, önce Sağmalcılar (Bayrampaşa) Cezaevinde, oradan da Diyarbakır Cezaevine nakli yapılarak, 9 yılın çoğunluğunu burada yatmış. Zaten, kitabın ana omurgasını da buradaki gözlemleri oluşturuyor. Bu cezaevinde örgüt koğuşlarında yattığı süreci ve gözlemlerini hikaye etmiş yazar.

Gazeteci Adem Kösenin bir televizyon programına konuk olan yazar Aytekin Yılmaz, terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’ın nasıl bir diktatör olduğuna ilişkin çok önemli saptamalar yaparak, “Son Diktatör” kitabını özetledi.

Faili meçhullerin olduğu o yıllarda, yani 90’lı yıllarda, özellikle Diyarbakır Cezaevinin PKK ve DHKP-C’nin adeta eğitim akademisi olarak kullanıldığını, bir kez daha tanık yazar Aytekin Yılmaz’ın anlatımıyla öğreniyoruz. Yazar, cezaevi duvarları örgüt milatanlarının isimleriyle doludur ve Onlar bizim için öldü ibaresi vardır diyor ve ekliyor, terör örgütlerinde yaşayan insanların bir önemi yoktur. Eğer öldülerse kıymetlidir.

Terör Örgütü içerisinde bulunupta bu gerçeklerin cesurca itirafı çok önemlidir. Bir başka konu da, yine 90’lı yılların yüz karası ve demokrasi yolculuğumuzun lekesi olarak duran 28 Şubat darbesiyle ilgili, 2012 yılında merhum Mehmet Ali Birand tarafından yayınlanan 32. Gün programını izledim. Emekli Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi Paşa, siyasetçi Besim Tibuk ve akademisyen Celal Şengörün konuk olduğu programda demokrasi ve darbeler konuşuldu.

Mesela, Adnan Tanrıverdi Paşa’nın askeri vesayet ve militarist akıla ilişkin söyledikleri, bu anlayışı kaldırmak için Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın mahut yasalar çıkarması ve köklü yapısal değişikliğe gitmesinde ne kadar haklı olduğunu gösteriyordu. Harp Okullarında temel öğretiler içerisinde yer alan, “Koruyucu ve kollayıcı” ifadesi, bunca darbe ve muhtıranın yasal gerekçesi olmuştur. Darbe ve muhtıraların bir diğer gerekçeleri arasında yer alan siyasal ve ekonomik istikrarsızlığın hiçbir gerçekçiliği yoktur. Çünkü Merhum Erbakan’ın başbakanlığı dönemindeki 11 ay en istikrarlı hükümet olarak tarihe geçmesine rağmen 28 Şubat darbesi yapılmıştır. Bu darbeden sonra gelen hiçbir koalisyon hükümetleri siyasal ve ekonomik istikrarı sağlayamadı ama bir darbede olmadı.

Bütün bunlardan anlaşılan o ki, bütün darbeler dışa bağımlı ve güdümlüdür. Milletin hiçbir moral değerlerine ilişkin bir yakınlık yoktur.

İçimizi yakan ise, her darbeden sonra kurulan militarist hükümetler, ne yazık ki bugün boğuştuğumuz sorunların zeminini hazırlamıştır. Mesela, Kıbrıs Barış Harekatında NATO’dan ayrılan Yunanistan, 12 Eylül darbeci generallerin istek ve onayıyla yeniden NATO’ya kabul edilmiştir. Bunca gencin, suçlu- suçsuz ayrımında fazla özen göstermeden darağacına gönderilmesi, bütün darbelerin ortak yönüdür.

Terör örgütleri ve darbeciler, Türkiye’nin yıllarca patinaj yapmasının iki temel unsurudur. FETÖ’nün emrindeki bütün rütbeleri içinde barındıran elemanları ise, bahsi diğerdir. Ki, başlı başına Türk milletine ihanetin parolası “Balans ayarı yaptık” sözüdür.

 

 

 

 

 

 

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
%d blogcu bunu beğendi: