Köşe Yazıları

Siyasal İslam çöktü mü?


İslam’ın ve Müslüman kavramının önüne arkasına getirilen eklerden duyduğum rahatsızlığı zaman zaman bu sütunlarda ifade ettim. Örneklendirecek olursak… Radikal İslam, Siyasal İslam, Ilımlı İslam, gel bu tarafa, Nakşibendi, Kadiri, Halveti, Nurcu, Selefi, Sünni, Şii, Caferi, Hanefi, Şafii…

Müslüman kavramının önüne ve arkasına konulan yüzlerce cemaat, ekol, mezhep ve meşrep ekleri, aslında bölünmüşlüğün göstergesidir. Bu bölünmüşlüğe bir de kılıf buldular ve uydurulan hadiste, Hazreti Nebiye “Müslümanların ihtilafında rahmet vardır” sözünü söylettiler. Oysa, Kur’anı Kerimde yüzlerce ayette ihtilaf, bölünmüşlük ve ayrılık üzerine çok sert uyarılar vardır. Elbette, Kur’an ile Nebinin bir konu da tezat teşkil eden bir söz söylemesi mümkün değil. O sebeple, yukarda ki hadise uydurma dedim. Yoksa, Hazreti Nebiye inen Kur’anın görüşüyle ihtilaf olması düşünülemez.

Hazreti Nebinin ahirete irtihaliyle birlikte başlayan “Siyasal İslam” ve ihtilaflar manzumesini iman mevzusu haline getirilme yanlışlığı da, ihtilafımızın derinliğine sebep oldu. Şianın “İmamiyet ve Mehdiyet” anlayışı, Sünniliğin “Sahabi ve ehl-i sünnet” üzerine oluşturduğu külliyat, birde Kerbela Olayıyla siyasal ihtilaf, tamamen iman akidesine dönüştürüldü.

Oysa, İslam’da ki hilafet kurumu, ne Kur’anı Kerimin nede Hazreti Nebinin üzerinde konuştuğu ve önermelerde bulunduğu konu değil. Müslümanların yönetilme biçimi, tamamen Müslümanların inisiyatifine bırakılmıştır. Hazreti Ebubekir bir istişare/meşveret kurulunun kararıyla halife seçildi. Hazreti Ömer, Hazreti Ebubekir’in vasiyetiyle, Hazreti Osman 6 kişilik seçici kurul ile, Hazreti Ali’de mevcut Müslümanların yarısı kadarının biatıyla halife seçildi.

Dolayısıyla, İslam’da oluşturulan hilafet kurumunun şekli, kuruluş ve sistemi belli değildir. 4 Halifeden sonra, bilinen hiçbir halife tek başına ve tek halife olamadı. Emevi Krallığı döneminde aynı zamanda Fatimiler de kendilerini halife ilan etmişti.

Gelelim 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Karar Gazetesine verdiği röportajda “Siyasal İslam tüm dünyada çöktü” lafına. Milli Görüş, dolayısıyla İslamcı damardan gelen Abdullah Gül, bu sözü söylerken, İslam Tarihiyle ilgili, hiç değilse Taberaniyi okumadığı çok belli. Çünkü, “Siyasal İslam” kavramı, İslam Ümmetinin 1400 yıldır sırtında taşıdığı bir yük ve ayrışmaların odak noktasıdır. Gül, Karar Gazetesindeki o röportajda şunları söylüyor:

“Dindar insanların ve siyasi hareketlerin özgürlükçü olabilmesi olağanüstü önemi haiz bir konu. İslami kimlikli siyasi hareketler demokrat ve özgürlükçü olduklarında, temel insan haklarını evrensel anlamda benimsedikleri ve uyguladıkları takdirde, iktidar geldiklerinde de iyi yönetişimi gerçekleştirmiş olurlar. Bunun örneğini ilk dönemimizde verdik ve dindar insanların devlet yönetimini nasıl rasyonel esaslara göre yönetebildiklerini sergiledik. Bu başarı tüm İslam dünyasına ve hatta İslami hareketlere bir dönem ilham kaynağı oldu. Şimdi Siyasi İslam’ın çöküşü diye çok tartışmalar var.
(Siyasi İslam’ın çöktüğünü mü düşünüyorsunuz?) Öyle, tüm dünyada. Biz bunu görüp, paradigmadan kopuşu gerçekleştirmiştik, ama sürdürülemedi.”

Ne siyasal İslam, nede itikadi boyutumuz ittihat içinde değil. Ehl-i Sünnetin itikadi referansları El’aşari ve Maturidi öğretilerine dayanıyor. Şia ise, İmamiyet ve Mehdiyet üzerine itikatlarını inşa ettiler. Hala, İran’da ruhani lider Ayetullahların masum olduğuna iman şartı vardır. Her iki ana artelinde geliştirdiği itikadi çerçevenin imani değil siyasi olduğunu biliyoruz.

İtikat ve amelin paralel yürümesini öngören İslam ve Müslüman kavramlarına yeni şeyler eklenmesi, ilk dönem İslam anlayışında olmazken, modern dönemde tartışmanın da ana kaynağıdır. 1400 yıldır, hala ibadetler konusunda dahi bir birliktelik sağlanmadı. Bunun sebebi ise, tamamen siyasidir.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
%d blogcu bunu beğendi: